Hacı Hüseyin Yıldız (K.S)
El padre Hacı, el sultán de corazones, falleció el 25 de agosto de 2005 en Düzce. Los sheriffs graves ahora se encuentran en el cementerio de la ciudad de Düzce.
Sarsılmaz Çınar
Bayezid Bistami (R.A)
ÅžEMÂÄ°LÄ°
Bayezîd-i Bistamî, sûreti itibarıyla Hz. Ebû Bekir (r.a)’a benzerdi. Uzunca boylu, zayıf bedenli, beyaz tenliydi. Seyrek ve ak sakallı, çukurca gözlü idi. “Sultânu’l-ârifin” diye anılırdı. Selman-ı Fârisî’nin memleketi olan Ä°ran ‘dan yetiÅŸen yiÄŸitlerdendir.
HAYATI
Altın silsile, Ca’fer-i Sâdık ile Hz. Ebû Bekir’in soyu ve yolu ile Hz. Ali’nin soyunu ve meÅŸrebini birleÅŸtirdikten sonra halkasına Bâyezid Bistamî’yi de aldı. Bâyezid Bistamî, Hz. Peygamber’in kendisine : “Bunlardan Öyle erler çıkacak ki iman Süreyya yıldızında olsa muhakkak ona yetiÅŸecek” buyurduÄŸu Selman Fârisi (r.a)’ın memleketi olan Ä°ran’ın Horasan bölgesinin Bistam ÅŸehrinden.
Adı Tayfur bin Ä°sa, künyesi, Ebû Yezîd, nisbesi el-Bistâmî. “Bâyezid Bistamî” diye meÅŸhurdur. Dedesinin SerûÅŸan adlı bir mecûsî olduÄŸu rivayet edilir. Babası NiÅŸabur civarındaki Bistam kasabasının ileri gelenlerinden iyi bir müslüman ve dindar bir insan. Annesi de son derece saliha bir hatun. Üç kardeÅŸtiler. Adem, Tayfur ve Ali. Üçü de abid ve zahiddi. Fakat Tayfur yani Bâyezid içlerinde hal bakımından en üstün olanıydı.
Bâyezid Bistami, Ebû Hafs Haddâd, Ahmed Hadraveyh, Yahya bin Muâz ile çaÄŸdaÅŸ. Åžakik Belhi, Zünnûn Mısrî ile dost ve arkadaÅŸ. Mezhebi Hanefî, tarikatı Sıddıkî. Memleketi Bistam’dan ayrıldıktan sonra otuz yıl kadar Suriye ve Åžam civarında dolaÅŸtı. Ä°limle uÄŸraÅŸtı, nefsiyiz savaÅŸtı. 324/848 veya 262/875yılında vefat eden Bâyezid, Bistam’da medfundur. Bâyezid, Ca’fer-i Sâdık ‘ın rûhâniyetinden “üveysî” yolla terbiye gördü.
BAYEZÎD BÄ°STAMÄ°
Bayezîd, cezbesi istiÄŸraka, sevgisi aÅŸka varan ve tevhid konusunda konuÅŸan sûfîlerdendi. Kevakib sahibi Münavî’nin verdiÄŸi bilgiye göre, çaÄŸdaÅŸları O’nun ilm-i tevhid ve ilm-i hakikata dair söylediklerini anlayamadıklarından çeÅŸitli ithamlarda bulundular ve onu yedi defa memleketinden ayrılmaya mecbur bıraktılar. Fakat her defasında iÅŸleri bozuldu, baÅŸlarına belalar geldi. Bunun üzerine onun büyüklüÄŸünü anlayarak hürmet göstermeye baÅŸladılar.
“Tevhid nedir?” diye soranlara ÅŸöyle cevap verirdi:
– Tevhid yakindir. Yakin ise mahlukatın her türlü hareketini Allah’ın fiili olarak bilmek ve ef’alinde O’na hiçbir ÅŸeyi ortak koÅŸmamaktır. Ä°nsan Rabbını tanıyıp bu tanıma duygusunda istikrara erince tevhide erer. Bunun anlamı fiillerinde O’nun hiç bir ortağı yoktur, demektir.
Bu anlayış sebebiyle o ÅŸöyle münacatta bulunurdu: “Ya Rabb, benliÄŸimi aradan çıkar, ben seninle oldukça en büyük benim. Nefsimle oldukça en küçük benim.”
MÜRŞİDLÄ°K SIFATI
MürÅŸid olacak kimseyi tanımak için ÅŸöyle bir ölçü koymuÅŸtu: “Kendisine gökyüzünde uçma veya baÄŸdaÅŸ kurma kerameti verilen kimseye hemen kalkıp aldanıvermeyin. Önce onun emir ve nehiy çizgisindeki yerine, ÅŸer’i hududa riayetteki durumuna bakın.”
Kendisi keramet izharından kaçınır ve bunun kendisi için manevi düÅŸüÅŸe vesile olmasından korkardı. Åžöyle anlatırdı: Bir gün Dicle kenarına vardım, nehrin iki yakası bana yol vermek için birleÅŸti. Ben yemin ederek “Buna aldanmam” dedim. Çünkü, halkın yarım akçeye geçtiÄŸi yoldan otuz yıllık amelimi zayi ederek geçmek istemezdim. Bana Kerim lazım, keramet deÄŸil.
Halkın hali ve ariflerin ahvali arasındaki farkı ÅŸöyle belirtirdi: “Halkın ahvali vardır, fakat arifin bir tek hali bile yoktur. Çünkü arifler suretten geçmiÅŸ, sirete yönelmiÅŸ ve onların varlıkları Hakk’ın varlığında fena bulmuÅŸtur. Ä°nsanların Allah’a en yakın olanları insanlara en müÅŸfik olanlarıdır.
Zahidlerin dünyadaki arzusu keramet, ahiretteki istekleri makamat, ariflerin dünyadaki istekleri imanla yaÅŸamak, ahiretteki temennîleri afv-i ilahi’ye kavuÅŸmaktı.
Sordular:
– Namazı nasıl kılıyorsun? Åžöyle karşılık verdi:
– Buyur ya Rabbi, emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyorum, diyerek namaza baÅŸlarım. Tertil üzere Fatiha ve zamm-ı sureleri okurum, tazim ile rükua varır, tevazu ile yere kapanıp secde ederim. Veda selamı gibi selam verip namazımı huÅŸu ile tamamlarım.
FIKIH VE VEHBÎ BÄ°LGÄ°
Bayezîd-i Bistami bir gün camide fıkıh okutan bir alimin ders halkasına katıldı. O sırada biri geldi ve fakihe bir “feraiz” meselesi sordu: “Biri öldü, geride ÅŸu ÅŸu malları ve ÅŸu ÅŸu akrabaları kaldı. Bunun mirasını nasıl taksim ederiz.” Fakih, sorulan soruya cevap vermeye çalışırken Bayezîd, ÅŸöyle bağırdı:
-Ey üstad! ÖldüÄŸünde Allah’tan baÅŸka kimsesi kalmayan kimse hakkında ne buyurursun?
Orada bulunanlar birbirlerine hayret ve donuk nazarlarla bakarlarken Beyazîd, konuÅŸmasını ÅŸöyle sürdürdü:
“Ä°nsanın gerçekten sahip olduÄŸu hiçbir ÅŸeyi yoktur. ÖldüÄŸünde sadece Mevla’sı kalır. Tıpkı önceden olduÄŸu gibi. Çünkü insan dünyaya gelmeden önce de yalnızdı. Bu alemde de yalnızdır, ama çoÄŸu zaman yalnızlığının farkında olmaz. Kabre konulduÄŸunda yalnızlığını anlar”
Fakih onun bu ince anlamlı sözleri karşısında ona sordu:
– Sen bu ilmi kimden, nerede ve nasıl aldın? Bayezîd ÅŸu karşılığı verdi:
– Bu ilim bana Hak vergisidir (vehbidir). Çünkü Allah Resûlü (s.a.) buyurur: “Bir kimse bildiÄŸiyle amel ederse Allah O’na bilmediklerini öÄŸretir.”
Sordular:
– Ä°nsan ne zaman, “erenler” derecesine eriÅŸir? Dedi ki:
– Nefsinin ayıplarını bilip onları düzeltme yoluna girdiÄŸi zaman.
Bayezîd, zahiddi. ZahidliÄŸi üç basamak olarak görürdü. Birinci basamağını, dünya ve içindekileri bırakmak; ikinci basamağını ahiret ve ahirete aid ÅŸeylerin sevgisini gönülden çıkarmak; üçüncü basamağını da Allah’tan baÅŸka herÅŸeyden kalbi bağı kesmek olarak anlatırdı.
Taatlerde bulunan bazı afetlerin insanı masiyete düÅŸüreceÄŸine dikkat çeker, ibadetlerde ihlası önde tutmayı esas alırdı. Müslümanlar arasında “kendisinden daha ÅŸerli kimse” bulunduÄŸunu zannedenlerin tevazu nimetinden mahrum olacağını ve kibirli sayılacağını söylerdi. Çünkü ona göre gerçek tevazu; nefs için bir makam ve hal görmemek, halk içinde kendisinden daha ÅŸerli bir kimse bilmemekti.
Ä°lgi ve kaygıların dağınıklık ve çokluÄŸunun insanı zihnen ve kalben meÅŸgul edeceÄŸine iÅŸaret için “mutlu kimsenin ilgi ve kaygısını teke indiren kimse olduÄŸunu söylerdi. Çünkü kaygısı tek olanı, gözlerinin gördüÄŸü, kulaklarının duyduÄŸu ÅŸeyler meÅŸgul etmezdi.”
AÇLIK VE HÄ°KMET
Açlık ve hikmet arasında ilgi kurar ve hikmetin asıl kaynaklarından birinin “açlık” olduÄŸunu anlatmak için derdi ki:
“Açlık bulut gibidir, insanın kalbine açlık sayesinde hikmet yaÄŸmurları yaÄŸar.”
Sordular:
– Marifeti neyle buldun? Åžöyle cevap verdi:
– Aç karın ve çıplak bedenle.
– Açlığı neden bu kadar övüyorsun diyenlere:
– EÄŸer Fir’avn aç olsaydı, ilahlık iddiasında bulunmazdı, diye karşılık verdi.
HALKA HAKK NAZARLA BAKMAK:
Halka hangi nazarla bakılacağını ÅŸöyle açıklardı:
“Halka halk nazarıyla bakan onlara buÄŸzeder. Ama halka hâlikları dolayısıyla bakan; yaratılanı yaratanından ötürü arayan, onları sever. Nitekim Yunus’ un ÅŸu sözü de bu anlamdadır:
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaradılanı severiz
Yaradanından ötürü.
Halka halk gözüyle bakan, onların kusur ve eksiklerini görür, Hak gözüyle bakan ise, onları olduÄŸu gibi görür ve kusurlarıyla yargılamazdı.
“La ilahe illallah (Allah’dan baÅŸka tanrı yoktur) sözü cennetin anahtarıdır.” hadisini ÅŸöyle açıklardı: Bu cennet anahtarının da diÅŸleri ÅŸunlardır:
1. Yalan ve gıybetten sakınan bir dil,
2. Aldatma ve hıyanetten kaçınan bir kalp
3. Haram ve ÅŸüphelilerle doldurulmayan bir mide
4. Nefsani duygulara kurban edilmeyen; riya karışmayan amel.
RÄ°YAZAT VE AÅžK
AÅŸk ÅŸarabından içti, kendinden geçti. Bu yüzden bazan Bayezîd’i soranlara: “Ben de otuz yıldır onu arıyorum, fakat ondan bir eser bulamıyorum” derdi. O’nun bu sözü Zünnun el-Mısrî’ye nakledildiÄŸi zaman demiÅŸti ki:
“KardeÅŸim Bayezîd Hakk’a giden bir cemaatle Hakk’a gitmiÅŸ ve ondan eser kalmamıştır.” Çünkü o “fena fillah”a ermiÅŸtir.
Riyazat ve mücahede, aÅŸk ve cezbe ehlinden olduÄŸu için tasavvufu ÅŸöyle tarif ederdi:
“Tasavvuf, rahat kapısını kapayıp, sıkıntı ve mücahede kapısını açmaktır”
AÅŸkı ve cezbesi ile meÅŸhur olan Bayezîd Bistami, Ä°bn Arabi’nin de dikkatini çekmiÅŸtir. Ä°bn Arabi eserlerinde ondan sıkça bahseder. Ä°bn Arabi’nin Bayezîd sevgisi, bu silsileye baÄŸlı bulunan NakÅŸî meÅŸayıhında da Ä°bn Arabi’ye karşı bir ilgi uyandırmış, Ä°mam-ı Rabbanî’ye kadar olan NakÅŸî ÅŸeyhlerinin ekserisi Ä°bn Arabi’nin eserlerine ÅŸerhler yazmıştır. Hatta denilebilir ki, Bayezîd Bistami meÅŸrebi, NakÅŸî silsilesinde Ä°mam-ı Rabbani’ye kadar, bir özellik olarak devam etmiÅŸtir. Ä°mam-ı Rabbani’den sonra bu silsile de tevhid-i vücûdî yerine, tevhid-i ÅŸühûdî yaygınlı.
-rahmetullahi aleyh
​
KALP HASTASININ Ä°LACI
Bayezid-i Bestamî Hazretleri, büyük velilerden. Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla bir ÅŸeyler dövdüÄŸünü görüyor.
​
Hizmetçi: -Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.
- Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misiniz?
- Hastalığını söyle.
- Benim hastalığım günah hastalığı… Çok günah iÅŸliyorum.
- Ben günah hastalığından anlamam. Ben delilere ilâç hazırlıyorum.
​
Parmaklığının arasından konuÅŸulanları duyan bir deli,(!) Bayezid-i Bestamî Hazretlerine:
- Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi. Beyazid-i Bestamî Hazretleri, delinin yanına sokularak:
- Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi.Deli (!) ÅŸu ilâcı tavsiye etti.
- Tevbe kökü ile istiÄŸfar yaprağını karıştır… Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleÄŸinden geçir, göz yaşıyla yoÄŸur, aÅŸk fırınında piÅŸir… AkÅŸam-sabah bol miktarda ye… O zaman göreceksin, senin hastalığından eser kalmaz ,dedi.
​
Bu güzel ilâcı öÄŸrenen Bayezid-i Bestâmi Hazretleri:
- Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmiÅŸler, deyip oradan ayrıldı. Bu ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olunmaya deÄŸer bir ilâçtır. Yâni bu formülün hükmü hâlâ devam etmektedir…
​
​​​
​
​
​
​
​
-
Muhakkak Allah emaneti ehline vermenizi emreder
-
Allah-ü Teâlâ’nın sevgisi
-
Fetret Devresi
-
Hacı Babamızın Evlatlarına Nasihatları
-
Hacı Babamızın Halifeleri
-
Ä°mtihan Dünyası
-
Allah ve Resülü’nün dilinden dökülen inciler
-
Peygamberimiz Bir Sohbetinde buyurdular ki
-
Sohbet
-
Takva
-
Tasavvuf
-
Yaratılanı severiz yaratandan ötürü
-
Zikir
-
Hz.YUNUS ‘ dan (K.S.)
-
Rabıta ile Ä°lgili Âyetler Kudsi Hadisler ve Hadisi Åžerifler
​
Sevgili peygamberimiz (s.a.v)
Hazreti Muhammed Mustafa
Hz.Ebu Bekr Sıdık (r.a)
Selman-i farısı (r.a)
Kasım Bin Muhammed (r.a)
Cafer-i Sadık (r.a)
Bayezid el Bistami (r.a)
Ebul Hasan-i Harakani (k.s)
Ebu Ali Farmedi (k.s)
Yusuf Hamedani (k.s)
Abdulhalik Gücdüvani (k.s)
Arif Rivegeri (k.s )
Mahmud FaÄŸnevi (k.s)
Ali Ramitani (k.s)
Muhammed Baba Simasi (k.s)
Emir Külal(k.s)
Şahı Nakşibend Muhammed (Bahauddın )(k.s)
Alauddini Attar (k.s)
Yakub Çerhi (k.s)
Ubeydullah Ahrar (k.s)
Muhammed Zahid (k.s)
DerviÅŸ Muhammed Semarkandi (k.s)
Haceyi Muhammed Ä°mkeneÄŸi (k.s)
Muhammed Baki Billah (k.s)
Ä°mam-i Rabbani Ahmed Faruki (k.s)
Muhammed Masum es-Serhendi (k.s)
Muhammed Seyfeddın Serhendi (k.s)
Nur Muhammed Bedayunı (k.s)
Mirza Mazhar-ı Cann-ı Canan (k.s)
Abdullah Dehlevi (k.s)
Mevlana Halid BaÄŸdadi (k.s)
Seyyid Ali Nesep Tahal Hakkari( k.s)
Seyyid Taha el Hariri (k.s)
Muhammed Es’ad Erbili (k.s)
Kutbul Aktab Haci Halil Fevzi (k.s)
-
Letaife Hamse
-
Mürakebe Makamları
-
Nebî âşığı ÅŸair Nâbî
-
DerviÅŸin GeliÅŸ, GidiÅŸ Halleri
-
Takdir
-
KiÅŸinin Sevgisi
-
Nakşibendi Tarikatının Kaideleri ve Kandilleri